04 Nisan 2012

AS-Genden Karagöz Enden Hacivat (7)


Tülbentle kurur kırgınlık. Kestaneyle kebap olur kızgınlık. Muzlu sütle sindirilir dargınlık. Kapuskayla pişirilir alınganlık. Pişmaniyeyle ağızda
erir pişmanlık.

AYKANKA bir kutu cezeriyeyle döner. Elinde oyuncak yanar-döner fener. Sanki der ki hayat bir yanar bir söner...

AYKANKA:
Cevizli yiyelim, omega üçlü lâf çevirelim. Benim mektubu kesmeden bir dinleyelim.

ENDENKA heyecanlanır, içinde güvercinler kanatlanır. Mektup önce dörde, sonra ikiye katlanır. Daha sonra bir paragraf atlanır..

AYKANKA:
Daha renkli düşüneyim, daha yazılmamışı yazayım istiyorum. Belki içimde istek uyanır, aşka gelir, güzel bir bebek doğurur gibi güzel bir eser çıkarırım ortaya ümidiyle doğal vitamin desteği alıyorum. Daha iyi besleniyorum, daha çok açık havaya çıkıyorum, güneşleniyorum. Yazamama hastalığının mikropları bir türlü ölmek bilmiyor. Yazma isteği uyandıracak haplarımı sekiz saatte bir yemeklerden önce Karakulak suyuyla almama rağmen...


Yaşam Buruşuk Bir Mektup



AYKANKA’nın okuması geriler. Çilli yanaklı Havva’dan bir bardak su ister. İçer, bir daha içer. Kurban kavurma midede bir kez daha pişer ama pişmiş aşa su katılmıştır, AYKANKA kendinden geçer...

KARAGÖZ:
Çağıralım hanım üfürükçü Memiş’i. Döner sermayeden öderiz astronomik ücreti. Tez gelsin, savsın üstümüzden şu felâketi...

Üfürükçü Memiş önce nazlanır, aldığı avansla iştahlanır. Abdest alır paklanır. Beyaz gömleği doğa dostu deterjanla aklanır. Evden çıkarken tekir kedisi yatağın altına saklanır. Perdede görünmesiyle cümleten rahatlanır...

ÜFÜRÜKÇÜ MEMİŞ:
Nazar ermiş sanki bu hanıma. Kara bir gözden haset çarpmış kafasına...

Euzü bi kelimatil lahit hammati bin şerri külli aynin şeytanin ve min şerri külli aynin lâmmetin, okunup üflenir AYKANKA’nın suratına suratına.
Cazırrr cazırr erimiş kurşun çarpar suya. Göz göz açılır maden, AYKANKA geçer kurtuluşa...

Suretler AYKANKA’nın etrafında diz kırıp otururlar, sonra lâfların belini kırarlar. Henüz kimse gülmekten kırılmaz. Mektup okumadaki zorunlu aralara kızılmaz. Havva ile Rabia sakarlıktan işten atılmaz. Ağlamayan bebek kayık salıncağa konmaz. Her yemek fasulye gibi nimetten sayılmaz. Aşırıya kaçan bir daha ayılmaz. Hep bir ağızdan:

Ayıldı ayıldı! AYKANKA’nın bulutları dağıldı. Topraksız tarım yapıldı. Ürün GDO’yla doldu. Hayallerimiz soldu. AYKANKA’nın takma adı SOLMAZ oldu. Mektuba güvercin kondu. Uğurdur. İkramiyeler hayallerimize yağdı yağdı, duruldu...

ENDENKA:
Bu bölümler mektup üzerine kuruldu. Verin okuyayım, balık mı tutuldu, tavuk mu yolundu!

“Kanım sulansın da beynim daha iyi çalışsın diye daha çok su içiyorum. Su pazarındaki bütün markaları deniyorum. PH 7, 8, 9, 10 - Git komşunun damına kon, diyorum. Bir ara talihsiz bir kadının başına geldiği gibi şişeden su yerine asit içerim korkusuyla, önce sol elimin serçe parmağının ucunu ıslatıyorum suyla. Denetimi atlarsa ne alâ. Atlamazsa otuz beşe bakla. O zaman en azından bana bir şikayet dilekçesi yazma fırsatı çıkar, yazamama hastalığımın tedavisinde olumlu adımlar atar, sanat dünyasının kara gözünü satar, nekahat devrini fetrete katar, Lethe’nin ırmak suyuyla unutmayı yazılara bağlar, fırsat bu fırsat, yaşadıklarını suya atar, kendine gelirsin diyorum içimdeki yel değirmenine. Uğraşıyor uğraşıyorum pet şişeleriyle...”

GENDENKA:
Uğraşalım tabii. Şair Eliot’un Çorak Ülke’si olmayalım. Kuyulardan arsenik çıkarmayalım.

HACİVAT:
Arsen Lüpen’lik iş çıkaralım. Hırsızları kovalayalım!
KARAGÖZ:
Dinlemeyeni sopalayalım...
AYKANKA:
Siz de beni dinlemiyorsunuz, ben de sizi sopalayayım!
KARAGÖZ ABLA:
Sen sakin ol, sinirlenme; başımıza yeni bir masraf açmayalım, perdeleri açalım...
ENDENKA:
Verin şu mektubu oradan buradan okuyayım da bitsin bari. Aşkı bulacağım diye diye ben de sabır kalmadı gari...

“Sonunda fazladan içtiğim sular işe yarıyor. Suname diye başlık atıp, içimde aylar, yıllardır biriken zehirleri detoksin ırmağına atıp, taptaze bir pınardan köpüklerle doğuyorum ay tanrıçası olarak. Marmara Bölgesi’nin
tepelik bir yöresinden fışkırıyor bu pınar. Bursa’nın şeftali, Yalova’nın yerle yeksan elma bahçelerinden geçip, Balıkesir’e doğru genişliyorum. Bir süre Gönen kaplıcalarında sıpalarımı yıkayıp, Gönen çayını besliyorum esans kokulu ‘örl-greyle’...”

AYKANKA mektubu ENDENKA’dan alıp, birkaç sayfayı cebine atar. Bu kısımlar sizi sıkar, okurun da canı çıkar. Sen iyisi mi al şuradan oku, der, yerine döner. ENDENKA aşkta umduğunu bulamayanların depresif haliyle alır eline tekrar mektubu. KARAGÖZ ABLA böğrünü dürter, haydi okuyu okuyuver de şunu, bitsin...

AYKANKA hızını alamamış, hâlâ içini dökmektedir gavur orucu gibi uzayan mektubuyla...

“Yazdıkça açıldım, kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Ay gökyüzünde yükselmişti ben yazarken. Kalkıp biraz salata yedim. Nurtopu gibi lahana aşılı kıvırcık salata göbeği. O dolce Napoliii, şarkı söyledim. Evden çıkıp deniz kenarında yürüdüm. İki erkek kolkola kırıta kırıta yanımdan geçtiler. Göbeğini çıkara çıkara yürüyen kırmızı gömleklisi, yakamoz gibi dalgalanan parlak yeşil gömlekliye: “Ay çok yürüdük akşam akşam, eridik mi kıız?” dedi dalgalanan bir sesle...”

ENDENKA:
Ay aşk gibi aşkı bulmak ne mümkün bir nefeste. Mektuplardan hayır yok aşk siparişinde. Benim kalp tamir ister her bölümünde...

Ne rastlantıdır ki, sokaktan da tamirci geçmektedir o ara. Mektup bir kenara firlatılır, domuz gripli bir mendil örneği.

Ayten Suvak

Sürecek

Hiç yorum yok: