04 Nisan 2012

AS-Genden Karagöz Enden Hacivat (14)


Mideden geçen aşk yolu kelepçeyle tıkanmıştır. Tüneller kazılmalı, tüp geçitler tez zamanda tamamlanmalıdır. Yoksa gidişat ya Aşk-ı Memnu ya Yaprak Dökümü olacaktır...

AYKANKA kapılmış gitmektedir bahtının yeline. Evi dar gelir misafir seline. Memnunluk maskesi takar yüzüne. Aslında pek yüz vermez çatkapı gelene. Açık büfe kız isteyene, at besleyene. Çok su vermemeli fesleğene. Leğende çamaşır ıslatıp, teşhir etmemeli gelene gidene. AYKANKA kim bilir ne ödemiştir siklamen rengi içgiysilerine. Bu renk direkt girermiş erkeğin kalbine.

HACİVAT girer pembe salona en önde, koyu mavi, nefti yeşil, siyah beyaz kıyafetiyle. Selâm verir kara-deniz-hava kuvvetlerine. Parmaklar terli alında, gözler davetkâr sedirde. Acaba daha mı yakışıklı olurdu kaybolan balık sırtı ceketiyle? Kezzapzakkum derler AYKANKA’nın oyuncak Sibirya panterine. Sırtına basıldı mı kükrer ele güne. Meğer bir panter yatarmış örtülen yastıkların arasında, KARAGÖZ ABLA’nın başörtüsüyle. HACİVAT usturuplu bırakmış bırakmasına kendini sedire; şovalye yüzüklü eli değmiş panterin manto desenli derisine. Birden bir feryat bir feryat, arkasından bir figan, gazellere taş çıkartarak, ruhu saran inleyen nağmelerle.

Saçılmış bütün yastıklar yere, tangonun dönme hareketiyle. Bacak bacak arasından geçmiş, gözler kenetlenmiş birbirine. Başlar yana çevrilmiş, atılmış ayaklar ileriye. Ağızda bir gül varmış, düşmüş HACİVAT’ın üst ceket cebine. Verevden kesim vermiş terzi Hayganuş eteğe. Saçlar toplanmış sımsıkı firketeyle. KARAGÖZ bakakalmış güllâcın nar tanelerine.

KARAGÖZ:
Niye kimse yer vermez oldu manilere? Haydi herkes bir tane attırsın dostluğun şerefine!

Çalıntı yastıklar serilmiş yerlere. Dostluk bakî kalır mı bakalım yense de şekerpare?


KARAGÖZ ABLA:
Yastık yastık üstüne
Biner ev ev üstüne
Çok günahın var ise
Bakma artık yüzüme

KARAGÖZ:
Rastık rastık kaşın var
Çastık çastık dans çalar
Çil çil altın toplama
Hırsız kapıyı açar

AYKANKA:
Damımız tıp tıp akar
Kalbimiz pıt pıt çarpar
Karşılıksız olursa
Aşkımız neye yarar

HACİVAT:
Onun adı Leylâdır
Mutfakları pek dardır
Kim aldırır sofraya
Onun yeri kucaktır

ENDENKA:
Ekmek alır fırından
Mercimek yanar zamdan
Aşklar kime kalmış ki
Herkes geçebilir yardan

GENDENKA:
Zalimden gelir zulüm
Genetik oldu ölüm
Silahlara veda yok
Maniler bölüm bölüm

KARAGÖZ ABLA:
Kayısıya yok sözüm
Gülde bulunur çözüm
Araya giren yok mu
Yok olabilir özüm

AYKANKA:
Yok yok çorbası yaptım
Ben bir ademe taptım
Baktım beni görmüyor
Gözüne gözlük taktım

KARAGÖZ ABLA:
Başıma takmam bere
Leylâk örmem örtüye
Hırsızlar kalbe girse
Leylâ demem kediye

KARAGÖZ:
Ne Leylâdır ne leylâk
Yürüdü şişti ayak
Alış-veriş bittiyse
Adları rahat bırak

Kediler bağırırlar damda ciyak ciyak. Demirden olur sacayak. KARAGÖZ kaçar manilerden bıkarak. Çocuk gelir leylî mektebinden koşarak. Ay ay ay çeker AYKANKA her yeri yastık gibi kaplayan L’li isimlerden usanarak. HACİVAT toplar yere düşen yastıkları, kibarlıktan kırılarak. Farketmez miyop gözü hangi yastık çalıntı, hangi yastık ufarak...


AYKANKA’nın baba yadigârı portmantosunda asılıdır HACİVAT’ın yürütülen balıksırtı ceketi. Kendininki sanır bunu KARAGÖZ’ün hipermetrop gözleri. Geçirir sırtına bir güzel balık zırhını, pul pul döker yere HACİVAT’ın kibarlığını. Kim para sayıp almıştır ki çıtkırıldımlığı! Krallar mı yönetir artık insanlığı? Bütün başkanlar sıradan halk çocukları. Kuşkuyla inceler sıradışını. Bıkan koca terkeder evi alıp başını. HACİVAT iyi bilir diye mi kibardır Fransızca imlâyı, yoksa unutmadığı için mi bedenselden çok ruhsal aşkı? Bazıları yeğ tutar sütlüsüne bitter çikolatayı. Üzerlik otunu azar azar nazara kaynatmalı. Bizim buraların bıçkın delikanlısıdır Sormagir Sokağı.

KARAGÖZ’ün üstündeki ceket gri balık sırtı. Giymiştir sanki çelebi HACİVAT’ı. Daldırır elini cebe, bulur Fransızca kitabı. Kapaktaki yeşil desen andırır koca bir kurbağayı. Kim koymuş bunu, ben kesemem odunu, severim kadın budunu, hiç durma çal udunu, derken derken HACİVAT tutar yeninden.

HACİVAT:
Hayrola KARAGÖZÜM, pürtelaştır görüntün. Nasıl tutacak şimdi yüzün, benim ceketi demek ki sen yürütmüşsün!
KARAGÖZ:
Ağır ol damperli desinler, kaybol tokat aşketmesinler. Ne ceketi, ne yürütmesi? Bu halis muhlis benimki. Nah bu da yeniyıl takvimi. Dün almıştım, bak da gör içeriğini.

HACİVAT:
Ben tanımam mı hiç giyilmedik ceketimi? Herkese anlattım ev taşırken neler yitirdiğimi. Annemin yastıkları, bir de bu ceket kuruttu iliğimi, kemiğimi.
KARAGÖZ:
Diyabet kurutmuştur senin yemeğini. Çekiştirip durma yenimi. Koparacaksın elimi. İki kıytırık yastık, bir damatlık ceket için hayat verilir mi!
HACİVAT:
Seni polise vereceğim, çaldın ha ceketimi! Çıkarsınlar senin bir bir şecereni. Ateşlesinler fitilini, ben indirmeden gözünün perdesini!

Bir ceket için koparılan kıyamet telaşa düşürür herkesi. Hanımlar koşar gelirler, yatıştırmak için beyleri. HACİVAT’la KARAGÖZ güreş tutarlar, alınları tos, elleri kenetli.

AYKANKA herşeyi anlar, KARAGÖZ’ün sırtında görünce kendi çaldığı ceketi. Şimdi nasıl çevirmeli çemberi, inmeli Tavukuçmaz merdivenleri? Neden hiç çıkmaz oldu martıların sesleri? Adet olmuş iki kafadarın itişmeleri.

Bir ceket için arkadaşlık yakan, gerçekten çelebi midir bu adam? Sahibinin sesi geçer plakçılar çarşısından. Aniden içeri dalar NAGEHAN. Kız, sana borçlu kalsın bu cihan...


Ayten Suvak

Sürecek

Hiç yorum yok: