30 Aralık 2011
AS-Hey 2012!
Yeni Yıl Kutlaması
Yan gelip yatmayalım
Eğlenelim coşalım
Ne olur ne olmaz
İz kalır dünya kalmaz
Yenmek yenilmek biter
Iskartayı çeken alır ruhunu gider
La havleyi 2012 çeker
Karaların denizlerin
Ufuktaki güneşlerin
Top top bakan mehtapların
Leylim leylim yılbaşı şarkılarının
Açılmayan AB-ı hayat kapılarının
Marduk gelsin hayırlısıyla hakkından
Akşamın hayrını işe karıştırmadan
Sabah şekeri yapalım kaya parçalarından
Irak yıldızlarda şampanya patlamadan...
Ayten Suvak
13 Aralık 2011
AS-Sonuç-Sebep
Çapraz çapraz uçsam ben de
Uçaklar gibi
Bir de baktım
Gökyüzünde bir işaret
Artı mı haç mı dik açı mı
Yorumlama serbest
Yorumladım ben de
Dik açıyla gelen mutluluklar
Radikal karşı çıkışların
Sonuçlarıdır
Beğenmedim
Sebeb-sonuç oldu gene
Ondan bıktım
Açık düşünürler gibi
Hah hah hah
Yani ben de...
Ayten Suvak
24 Kasım 2011
AS-Kim?
Kim ?
Kim geçer anne yerine
Öğretir dünyayı hece hece
Önce büyük sonra küçük harfleri
Yazdırır iki ortalı süslü deftere
Kim koşar imdadına
Korkup ağlayanın
Altını ıslatanın
Silgisini kaybedip
Arkadaşını suçlayanın
Sırasında kim olur baba
Amca dayı kardeş icabında
Kim yüz sayfa ceza verir
G’nin şapkasını unutana
Kim yatırır kabahatleri
Sırdaş hesaba
Kim öğretir balık tutmayı
Yaşamın kıyısında
Yıllar sonra bir buket çiçek
Bir kutu şekerlemeyle
Sımsıcak kucaklanan
Kimdir hiç unutulmayan
Öğretmendir öğretmen
Hakkı hiç ödenemeyen...
Ayten Suvak
22 Kasım 2011
AS-Tövbe Tövbe...
Bir ömür yetmez
Bir çocuk sevdinse
Deli yüreğinde
Öyle bir geçer zaman ki
Çiçek takside
Lâle devriyle
Çocuklar duymasın ama
Al yazmalımdır
Behzat Ç.
Hanımın çiftliğinde
Mutsuz evkadınlarından değildir
Bizim yenge
Pis yedili seyirci toplamazsa
Kurtlar vadisinde
Fatmagül'ün suçu ne?
Kuzeyden güneyden gelir
Düriye'nin güğümleriyle
Muhteşem yüzyıla cariye
Yerden gökten aşk biter
Kızın adını Feriha koyduysan eğer
12-13 bölümle biten dizilere
Tövbeler tövbesi etmek yeter
Ezelden beri
Binbir gece süresince...
Ayten Suvak
15 Kasım 2011
AS-Balkona Çıkma C(i)hat Yap...
Nasıl ki Kontrollü Araç Trafiği direksiyon başına geçince aşırı adrenalinden canavarlaşan “insanlar” için devreye sokulmuştur, Canavarlığı Kontrol Mekanizması da yoldan çıkmışlığı yola getirmek üzere işleme konulmalıdır.
“Seni sollamaya çalışan araca karşı kibarlık sökmez, acımasızca haddini bildir!” der iç ses. Acı acı siren çalar dış ses, kontrol elden çıkmıştır bir kez. Canavar şahlanmıştır; kendini, arabanı cümle aleme gösterme anıdır. Eski marka “Düldül”leri Bülbüldere’ye gönderme zamanıdır. Akrep ne ki, jaguar gelse ezilmeli hezeyanıdır.
Hamlet’in seyircisi ve söyleyecek dizeleri olmasaydı, intiharın başdöndüren büyüsünü hissedebilir miydi? İşte sürücünün de seyircisi var, büyüye varsın tanık olsunlar. İnsanı asıl besleyen nefrettir. Ondan doğan fikirler asaletlidir. Nefretin yeri Cennet’tir, mertebesi şehadettir. Bunu bilmeyen anti-teröristtir.
Kontrollu Canavarlık Kursu’nda bu fikirleri kanınıza sokan asi yazar Jean Genet’dir. Kötü zevkin uyumunu denge olarak görmesi kursumuzun dayandığı ana temeldir. Şiddet bizi rahatsız eden bir sükûnettir buyurmuştur kendisi.Bu şu demektir ki:
Rahatsızsanız buyurun heyecana
Nerede şiddet orada bereket
Kaptırmayın kendinizi rahatlığa
Uyuşmak yaramaz insan olana
Balkona çık şöyle bir bak etrafına
Aklını başına topla
Objektif bak durumlara
Batı kültüründe yer alan “Balkona çıkmak” deyimini yazıya sokmak üzere uydurduğumuz dizeler, şiddetin ruhu rahatlattırdığı iddiasına şiirsellik katmak içindir.
Bu deyimin gereği olarak, duygusal patlamalara duygusal reaksiyonlar vermemek için balkona çıkmalısınız. Oradan sizi sıkan durumu metaforik olarak kuş bakışı incelerken, olayın hem içinde hem dışında yer alabilirsiniz. Okudukça ve seyrettikçe sizi boğulma raddelerine getiren insanî canavarlıklardan kendinizi soyutlamak için çıkarsınız balkona. Soluklanırsınız derin derin. “Neler oluyor böyle! Çivisi mi çıktı bu dünyanın!” demenin tam sırasıdır. Siz balkonda soluklanıp dururken ve olaylara hâkim bir konumda olduğunuzu düşünüp böbürlenirken Papa’nın balkonunda da sanabilirsiniz kendinizi hayalinizin yettiği ölçüde, işte Roma’yı ve Dünya’yı kutsadınız bile:
Urbi Et Orbi
Kutsadınız Dünya’nın çıkan çivisini, ama temelli kaybetti dinî dengesini!
Balkonlarıyla ünlü yüksek otoriteleri, Papa’yı, Hitler’i, Mussolini’yi ya da seçmen kapmaya çalışan politikacıların nutuk attıkları balkonları; Romeo-Juliet’in ya da uzun burunlu Cyrano’nun edebî balkonlarını ve son bir örnek olarak da, tarihe mal edilmeye değer bulunmayan uslu kadınların “ büyük balkon” diye anılan iri göğüslerini bırakın bir yana, hem “kontrol” hem “zevk” içeren “bakma ve hükmetme” eyleminin marazî deyimine yüksekçe bir tepeden trafiği izleyerek de katkıda bulunabilirsiniz. Bir kaza olsa da ölü görsek gibi canavarca bir zevkle gözlerinizi kırpmadan seyredersiniz trafik canavarını bir vukuat yapsın diye. Balkona çıkmak deyiminin içerdiği gibi olayın hem içinde hem dışındasınızdır o an. Bu evrede Canavarlığı Kontrol Mekanizması devreye girmeli ve sizi içinizdeki şeytanla birlikte kutsayıp, iyi meleğe döndürmelidir. Yazık ki kutsamaların da ölçüsü sınırlıdır ve kimi zaman da etkisizdir. Öyle ki evinizin balkonunda nefeslenirken bile canavarlığın hedefi olabilir, manyak bir taraftar kurşunuyla insanlığınızdan edilebilirsiniz.Günümüz liderlerine önerilse bile “Balkona çıkmak” tekin değildir; onun yerine, ne kadar sıkılsanız da, salonda oturup internette sessiz C(i)HAT yapsanız insanlığınız bir süre daha sizi idare edebilir...
Ayten Suvak
10 Kasım 2011
AS-Asla...
Asla...
Andıkça seni varız
Türküz biz ayrılmayız
Aklanır arınırız
Mert insan soyundanız
Ağırdan ilerledik
Tersyüz ettik giyindik
Aşkımız cumhuriyet
Muasır medeniyet
Aştık senin izninle
Terütaze kimlikle
Anılar içimizde
Marş marş Yeni Türkiye
Asırlar geçse
Tarihler silinse
Aşıklar ölse
Memleket göçse
Halkın seni taşır ebediyete...
Ayten Suvak
04 Kasım 2011
AS-Kurban 2011
29 Ekim 2011
AS-Cumhuriyet 2011
Çifte Sonsuzluk
88. Yılda
Ceviz gibi yağı çıkasıya dövülür
Ufak ufak parçalar öğütülür
Memur kısmıyla yürütülür
Haremden selâmlığa demokratça yürünür
Un sermeye köprüler örülür
Resmî geçit sivil havaya büründürülür
İçimi Amerikan kahvesi ocağa sürülür
Yakın tarih haşemayla örtülür
Evden eve vatandaşın kulağı bükülür
Taptaze bir 29 Ekim yaprağı daha dürülür...
Ayten Suvak
28 Ekim 2011
YG- Beni şaşırttın
20 Ekim 2011
AS-Yanarak
Yanarak
Yazılmamış şiir mi varmış
Bu yüzden aşık oluyorum her günbatımında
Ne sabah ne öğleüzeri yoktur bir benzeri
Ben de bütün duyguları saklıyorum akşama
Her şey denenmiş sanki bu dünyada
Ben de yanıyorum bir yenilik uğruna
Duyumsuyorsun değil mi nasıl alev alevim
Yanan çok var be sevgilim diyeceksin
Ama inan ki başka yanan yok benim gibi
Yalaza yalaza...
Ayten Suvak
14 Ekim 2011
AS-Kenan'a...
Düz Beste
Sana kal diyorum
Yarım ağız yalanlarıma bakma
Dolarım bir tüketici gibi ruhuna
Üzülürsün ama sen bilirsin
Sen iyisi mi git Kemanî Lanota
Çıplaksın bir bebek kadar masum
Son bir kez tüket beni arzum
Kıyamam sana git Kenanî Lanota
İsmin saklı bağrımda
Şimdi besteleyeceğim seni
Sol fa sol la
Ah canım Kemanî Lanota
Ayten Suvak
12 Ekim 2011
AS-Soruşturma
09 Ekim 2011
Sevgili Dostum...
AS-Sevgili Kenan Sinanoğlu
Bir Kenan Sinanoğlu geçti yaşam karelerinden
Keyif aldı mizah verdi bütün kelimelerden
Bir Gül Hayats çıkardı ruh penceresinden
Bir sevgi bıraktı geriye en derininden...
Ayten Suvak
Yaşam Tiyatorası: 1591 G�lhayats İstanbul - Kenan Sinanoğlu
Ayten Suvak
29 Eylül 2011
Aşka Dair Bir Dialog
- Biliyor musun artık aşkı aramadığımı anladım.
- Nasıl yani, aşık olmak istemiyor musun?
- Eskisi gibi olsun istemiyorum, aşk bir yerde kendini kaybetmek, bir başkasına teslim olmak demek çünkü.
- İyi de gönüllü bir teslimiyet bu, en azından aşkı tüm coşkusuyla yaşarken hissettiklerini düşünsene şöyle bir; ayaklarını yerden kesen o heyecanı, sabah uyandığında içine dolan yaşam sevincini; giyinirken, saçlarını tararken, makyajını yaparken kendine gösterdiğin özeni, gözlerindeki ışıltıyı, yanaklarındaki pembeliği, her gün geçtiğin yollarda giderken sanki başka bir dünyadaymışsın gibi düşünmene neden olan ruh halini, en ciddi ortamlarda bile yüzünden eksik olmayan o tebessümü… Sırf bu anlar için bile değmez mi yani?
- İnanması zor ama ben tüm bu söylediklerini birine âşık olmadan yaşayabildiğimi fark ettiğim için artık aşkı aramadığımı anladım zaten. Kendi kendime yetebildiğimi görüyorum, sırf var olduğum için mutlu olabildiğimi… Bir süredir sabahları uyandığımda sözünü ettiğin sevinç kendiliğinden, nedensizce ortaya çıkıveriyor, o sevinçle giyiniyor, saçlarımı tarıyor, makyajımı yapıyorum, aynaya baktığımda gözlerimin ışıl ışıl parladığını görüyorum, her gün geçtiğim yollarda daha önce algılamadığım güzellikleri algılıyorum; ağaçların yaprakları arasında ışıldayan güneşle cilveleşiyorum, bir evin bahçe parmaklıklarından başını uzatan küçük bir çiçeği koklayabilmek için karşı kaldırıma geçiyorum, işe biraz geç kalacağımı bilsem bile yol üstündeki küçük kahvede kendime bir çay ısmarlıyorum, şehrin onca gürültüsüne rağmen martıların çığlıklarını işitebiliyor ve gözlerimi kapatıp bir süreliğine ben de onlarla birlikte uçabiliyorum, sonra yüzümde bir tebessümle açıyorum gözlerimi… Ve bunların hepsini hayatımda bir başkası olmadan, aşkın büyüsüne kapılmadan yaşayabiliyorum.
- Böyle hissetmen çok güzel ama yalnızlığı aşka tercih etmeni anlayamıyorum yine de. Birine dokunmanın, sarılmanın, el ele yürümenin, güzel bir yerde yemek yemenin, sohbet etmenin doyumundan mahrum bırakıyorsun çünkü kendini.
- Sen beni yanlış anlıyorsun, ben kendimi aşka kapattım demedim, artık aşkı aramıyorum dedim. Pek çok kişi, benim aşık olmadan hissedebildiğim güzellikleri sadece aşkın etkisiyle hissedip ancak bir başkasının varlığı sayesinde sevinç duyabiliyor hayattan, yaşadıkları o bir başkası ile anlam kazanıyor. Sonra, aşk bittiğinde tüm o güzellikler de solup gidiyor, bir süre önce görülenler görülmez oluyor, aynadaki yüz değişiyor, gözlerdeki ışıltı kaçıyor, geçilen yollara kasvet çöküyor, güneş her zamanki gibi parlasa da yüreği aydınlatamıyor, bahçelerdeki çiçekler bile boşuna açıyor. Demek ki aşk gelip geçici bir mutluluk yaratıyor, oysa âşıkken bize mutluluk veren şeyler aslında hep buradalar ve ben her daim onların farkında olup değerini bilirsem aşk geldiğinde artı mutluluklar getirir hayatıma, öyle değil mi? Hem o zaman aşkın yanılsamaları da ortadan kalkar, yalnızken kendine her anlamda yetebilen bir kişi aşkı bulduğunda duygularından daha çok emin olur. Çevreme baktığımda insanların yalnızlığa katlanamadıkları, kendilerinden sıkıldıkları için birilerine kapıldıklarını ve bunu aşk olarak nitelendirdiklerini görüyorum. O kadar bunalmış oluyorlar ki sırf bir partnerleri olsun diye kendilerine ilgi gösteren ilk kişinin üstüne atlayıveriyorlar ve illüzyon başlıyor… Aşkın gerekleri yerine getiriliyor; romantik ortamlar, mum ışığında yenen yemekler, tokuşturulan kadehler, süslü paketlerden çıkan küçük hediyeler, dudaklardan dökülen şairane sözcükler, el ele yapılan yürüyüşler, şehvetli sevişmeler… Çok hoş… Lakin beklenti her zaman hayal kırıklığı getirir, bunu deneyimlerimle öğrendim ben, yalnızlıktan bunalıp aşka sığınan insanların o aşka çok fazla şey yüklediklerini gördüm, oysa yük denilen şey eninde sonunda ağır gelir, yorar, tüketir. Kendilerini âşık oldukları kişiye beğendirmek adına olduklarından başka türlü davranan kadınları, erkekleri gözlemledim, bir vakitler benim de aynı durumlara düştüğümü fark ettim; rol yaptığımı, farklı bir kimliğe büründüğümü, davranışlarımdaki sahteliği… Niye diye sorarsan? Karşılığını almak için tabii ki, beklentiler için…
- Beklenti içinde olmanın ne kötülüğü var ki, insanın sevdiği kişiyle bir şeyleri paylaşmak istemesi yanlış mı sence?
- Kendi kendine yetebilen iki insan bir araya geldiğinde beklenti olmaz, paylaşım olur. Kendi kendine yetemeyen iki insan bir araya geldiğinde ise beklenti artar ve paylaşım zoraki bir hal alır bana göre. Olmak ve yapmak arasındaki fark gibi. Sessizken ve hiçbir eylemde bulunmazken bile sevinç duyabilen, o anın içindeki sihre erişebilen insanlar vardır, onlar içsel anlamda o denli doludurlar ki canları sıkılmaz; olmak, mevcudiyete kalite getirir. Bir de sürekli bir şeyler yapma derdine düşenler vardır, içsel anlamda o denli boşturlar ki o boşluğu ancak belli aktivitelerde bulunarak giderebileceklerini zannederler, oradan oraya koşturur, programlar yapar, bir an bile sessiz ve sakin kalmaya tahammül edemezler, beklenti içindedirler hep ve bu yapıları ilişkilerine de yansır doğal olarak.
- Biraz daha açar mısın ne demek istediğini, daha doğrusu aşkla olan ilintisini.
- Aşk bir arayışın sonucunda gerçekleşmediyse, yani gerçekse, yanındaki insanın varlığı yüzeyde kalmaz, üç-beş kalp çarpıntısından ibaret olmaz, içine nüfuz eder, ruhunun derinliklerine ulaşır, bir tutku ya da bir duygu olmanın ötesine geçer. O insanın senin varlığını zenginleştirdiğini hissedersin, sana kendin olma özgürlüğünü verdiğini. Romantik bir aptal olmazsın o zaman, pek çok bakımdan senden farklı olan biriyle birlikte olmanın sorumluluklarının bilinciyle davranırsın, saçma sapan hayallere kapılmaz, güllerin yanında dikenler olduğunu da kabul edersin. Beklentisizce ve koşulsuzca seversin karşındaki insanı.
- Koşulsuzca sevmek derken neyi kastediyorsun?
- Düşünsene, onca büyük aşk bir süre sonra bitiveriyor ve birbirlerini çok sevdiklerini iddia eden o insanlar ayrıldıkları anda nefrete boğuluyorlar. Sevgi gerçekse bence asla nefrete dönüşemez. Demek ki bu durumda onlarınki koşullu sevgi oluyor; talepler, beklentiler karşılandığında sürüyor, karşılanmadığında sona eriyor. Yani, bir tür hesap kitap işi… Hesabın yapıldığı yerde duygu olur mu sence?
- …
- Eeee?
- Bu noktaya nasıl geldin merak ediyorum.
- Kendimi sevmeden başkasını sevemeyeceğimi anladığımda…
- Peki, kendini sevmeyi nasıl öğrendin?
- Yaşadığım acı dolu deneyimlerin sonunda başkalarını ya da kaderi suçlamayı ve yargılamayı bırakıp hayatımın sorumluluğunu almaya karar verdiğimde. Çünkü, başkalarına yönelttiğim her yargılamanın ve suçlamanın ardında aslında kendi güvensizliklerim, değersizlik duygularım, kaybetme korkularım vardı. Beni incittiklerini, yaraladıklarını düşündüğüm insanlara karşı hissettiğim öfkeyi bile gerçekte kendime hissettiğimi fark ettim. Fark etmek çok önemli biliyor musun, farkında olmak ve hayata o farkındalıkla bakabilmek… Dönüşüm, farkında olmak ve sorumluluk almakla gerçekleşiyor çünkü. Bunu başardıkça kendimi sevmeye, kendime değer vermeye başladım, güvensizliklerim gitti, değişimimin etkileri yaşadığım her âna yansımaya başladı; hazırladığım sofralara kendim için koyar oldum çiçekleri ve mumları, yağmurlu havalarda balkona çıktığımda ıslak toprak kokusunu içime çekerek aldığım her nefese şükrettim, geceleri başımı gökyüzüne kaldırıp yıldızlara ve aya bakarken sonsuzluğun içinde küçücük bir kum tanesine benzediğimi düşünerek kendime acımak yerine genişlemeyi ve tüm evrenle bir olduğumu imgelemeyi öğrendim, en yakın dostumla sohbet eder gibi konuştum köpeğimle, bir çocuğun saçlarını okşarmışçasına okşadım saksıdaki çiçeklerimi, bağıra bağıra söyledim sözlerini ezberlediğim şarkıları, hatta tango bile yaptım Piazzolla’nın müziği çalarken… Bir başımayken artık sıkılmadığımı gördüm, meğer kendime tahammülüm yokmuş, kaçtığım, korktuğum kendimmişim… Ve aşkı aramamın nedeni bir başkasına sığınıp onun içinde kendimi kaybetme arzummuş… İşte bu yüzden şimdi aşkı aramıyorum... Son olarak sana çok özel bir kitapta yazan şu satırları okuyayım:
‘ Sadece bütünlük sevebilir, ve ancak tüm görkemiyle varoluşun bütün olma hali sevgiyi içine alabilir.. İnsan özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi dışarıda arar, ama gerçekte bu içerideki bir serüvendir.. Oluşun aritmetiğinde iki yarım bir bütün etmez. Bu, noksanlığın karesi olur.’
- Ne diyeyim, aşkolsun sana...
18 Eylül 2011
Kadınlar
Sabahın erken saatleri… Dükkânların kepenkleri, evlerin perdeleri açılmamış henüz. Islak sokaklardan tek tük arabalar geçiyor. Ellerinde ekmek ve gazete sepetleri taşıyan apartman kapıcıları yürüyor kaldırımlarda. Görüntüsü bile soğuk havanın; bacalardan tüten dumanlar gökyüzünün griliğine doğru yükselerek sislere karışıyor, ağaçlar rüzgârla sallandıkça üzerlerinde tek tük kalan yapraklar da düşüyor, sokak köpekleri ıslanmış bir halde kıvrılacak kuytu bir köşe bulmak için geziniyor… Bir adam çıkıyor evlerin birinden, hızlı adımlarla arabasına doğru yürüyor. Aynı anda, otuz beş-kırk yaşlarında bir kadın fırlıyor evin balkonuna. Üzerinde incecik bir gecelik var, saçları darmadağın. Çıldırmış gibi koşturuyor balkonun bir köşesine ve elinde tuttuğu kırmızı elmaları adamın arabasına fırlatıyor, adam şaşkınlıkla kadına bakıyor, elmalardan biri adamın hemen yanından geçip arabanın ön camında patlıyor, diğerleri sokakta yuvarlanıyor. Kadın, atacak elma kalmadığında sağına soluna bakınıyor ve balkondaki masanın üzerinde duran metal bir kül tablasını alıp bu kez onu fırlatıyor, tabla arabayı ıskalayıp tangırtılar çıkartarak yere düşüyor. Adam, telaşla arabaya biniyor ve yerdeki tablayı ezerek hızla oradan uzaklaşıyor. Kadın, acı dolu bir ifadeyle adamın arkasından bağırıyor: “Ben sevgi istiyorum, ben sevgi istiyorum, sadece sevgi, başka bir şey değil!” Araba gözden kayboluyor. Kadın, dondurucu rüzgâra aldırmadan balkondaki sandalyelerden birine çöküyor, dağınık saçlı başını elleri arasına alıp sarsıla sarsıla ağlıyor.
Saçları kısacık, bakır rengine boyanmış. Üzerine bir bluejean ve mavi bir kazak giymiş. Kulağındaki küpeler ve boynundaki kolye de mavi taşlarla süslü. Elli yedi yaşında olduğunu söyleyince şaşırıp kalıyorum, en fazla kırkında gösteriyor çünkü. Nasıl böyle genç kalabildiğini soruyorum; hayatına sahip çıkabildiğini ve hep bir asi gibi davrandığını söylüyor, “Sevmediğim insanları da terk ettim, beni sevmeyenleri de, çünkü her iki durum da acı veriyor…” diyor. “İyi de, sevdiklerini terk etmek acı vermedi mi?” diye soruyorum. “O an tabi ki verdi, aylarca o acıyı taşıdığım oldu, kimini hatırladıkça hâlâ yüreğim sızlıyor, ama sevgiyi paylaşamadığım bir ortamda, bir dilenci gibi yaşamayı sürdürseydim daha çok acı çekerdim.” diye yanıtlıyor. Kadın bir sigara yakıyor, bakır rengine boyanmış kısacık saçlarını eliyle geriye doğru sıvazlayarak insanın içini sevinçle dolduran şen bir kahkaha atıyor ve “Ben en çok hayatı seviyorum galiba.” diyor.
İki kadın kuaförde karşılaşıyorlar. İlkin, fark ettirmemeye çalışarak aynada süzüyorlar birbirlerini. Kumral olan kadın, saçını yapan çocığa sessizce diğer kadının adını soruyor ve yanıtı alır almaz onun birlikte olduğu adamın eski sevgilisi olduğundan emin oluyor. Ani bir kararla yerinden kalkıp kadının yanına gidiyor ve beraberlikleri dönemine ait kışkırtıcı fotoğrafları ve mektupları kendisine yollayarak sevdiği adamla aralarını niye bozmak istediğini soruyor. Esmer kadının dudakları titriyor, gözü seğiriyor, kelimeler fısıltı halinde dökülüyor dudaklarından, “O, bana verdiği hiçbir sözü tutmadı, kaypaklık etti, ben mutlu olamadım, onun da olmasını istemiyorum.” diyor. Kumral kadın, “Benim ne suçum var peki?” diye soruyor. Esmer kadın yanıtlıyor: “Senin bir suçun yok, ama aramızda yaşananları bildiğin takdirde benim yerime sen ondan intikam alırsın diye düşündüm.” Kumral kadın, esmer kadına acıyor. Esmer kadın, kumral kadının karşısında eziliyor. İki kadın bir süre susup oturuyorlar. Sonra, ayrılırken birbirlerinin gözlerinin içine baktıklarında bir anlığına özlerini görüyorlar ve belki başka bir yerde, başka bir zamanda karşılaşsalar dost olabileceklerini düşünüyorlar.
Genç kadın arkadaşına soruyor: “Niçin onun karşısında ben, ben olmaktan çıkıyorum, niye kendime olan tüm güvenim gidiyor, neden küçük bir çocuk gibi tir tir titriyorum?” Arkadaşı bir an durup düşündükten sonra cevaplıyor: “Çünkü âşıksın.” Genç kadının gözleri doluyor, “Aşk; aciz kalmak, zavallı olmak demek mi yani?” Arkadaşı gülümsüyor, “Bizi hep tanrıdan korkuttular, öyle değil mi? Oysa, aşık olunca karşımızdakini tanrı gibi görürüz.” İki kadın birbirlerine sarılıyor ve kendi değerlerini hissettirmesi için tanrıya dua edip ona sığınıyorlar.
Coşku dolu bir kadın sesi çınlıyor telefonda, “Nasıl tuhaf geliyor anlatamam, daha önceki ilişkimde mücadele ederek koparta koparta almaya çalıştığım şeyleri o bana teklifsizce sunuyor. Duymak istediğim her sözcük ağzından dökülüyor, her hareketi yüreğimi ısıtıyor. Şaşırıyorum, alışık olmadığımdan belki de, kimbilir.” Onun adına çok seviniyorum, “Sen değişmiş olmayasın?” diyorum. “Evet” diye yanıtlıyor, “Ben değiştim, sevgiyi hak ettiğime inandığım anda çıktı karşıma, kendimi en çok sevmeye başladığım anda…” Kadın, cıvıl cıvıl konuşmaya devam ediyor telefonda. Öylesine özgür ve mutlu ki benim de içimde çiçekler açıyor, kuşlar ötüyor sanki.
Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” sında Maria, kendisine ölesiye aşık olan Raif’e şöyle der: “Dünyadaki tüm erkeklerden niçin bu kadar nefret ediyorum biliyor musun? Sırf böyle, en tabii haklarıymış gibi kadınlardan birçok şey istedikleri için. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kâfidir. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenileni vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben, bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musun?
Raif’in tüm bu sözlere karşı kendisini savunacak hali yoktur, o an ne dese Maria’yı ikna edemeyeceğini bilir ve sadece aşkı nasıl hissettiğini anlatır ona: “İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını beklemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz o bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk, dağıldıkça azalan bir şey değildir.”
Erkeklere hiç güveni olmayan Maria, zamanla Raif’in kendisine olan aşkının ve sevgisinin gerçekliğini hissettikçe ona olan duyguları da değişir, ama asıl önemlisi kendindeki eksikliği fark eder: “Şimdi, aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum.” der. “Bu eksik sana değil, bana ait… Bende inanmak noksanmış… Beni bu kadar sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana âşık olmadığımı zannediyormuşum… Demek ki insanlar benden inanma kabiliyetimi almışlar. Kendi değerimi düşürmüşler gözümde. Ama şimdi inanıyorum… Sen beni inandırdın.”
Yağmurlu ve soğuk bir kış günü incecik bir gecelikle balkona fırlayıp sevdiği adama elmalar fırlatan genç kadın çaresizlik içinde bağırıyor: “Ben sevgi istiyorum, ben sevgi istiyorum, sadece sevgi, başka bir şey değil!”
Camı açıp ona seslenmek geçiyor içimden ama susuyorum. O sevgiyi kendi değerini anladığı gün bulacağını biliyorum... Yağmur hızlanıyor, bacalardan tüten dumanlar gökyüzündeki gri bulutlara karışıyor, ağaçlar üzerinde kalan son yapraklar da düşüyor yere…
kirazgokirmak@gmail.com
11 Eylül 2011
KG - Olmak, sadece olmak...
Balıkçılar, ah o yoksul balıkçılar, onlar da yoktu, ne yazık. Kimsesizdik biz.
Karlarla kaplı damlara tek bir kuşun bile konmadığı o soğuk günlerde önce gökyüzüne, sonra içimize bakar ve yüreğimizin çatısındaki kırık kiremitlerin üstünde küçüklüğümüzü bulurduk, o masum çocuk halimizi… Mahzun bir bakış olurdu gözlerinde, terk edilmişliğin hüznüyle başını önüne eğerdi, küskünlüğünü sessizliğiyle gösterirdi. Ne yapacağımızı bilemezdik, bir başkası olsa, belki kucağımıza alır, saçlarını okşar, teselli ederdik, ama kendimize nasıl davranacağımızı bir türlü kestiremezdik. İçimizdeki suçluluk duygusu gitgide büyürdü, çocukluğumuz bir yanda, biz bir yanda, omuzlarımız düşmüş, içimizde bir burukluk, kalakalırdık…
Duygularımızı yaşamak yerine duygusallığı seçtik ya da zayıf görünmekten korkup o duyguları bastırma yoluna gittik. Akıl oyunları oynadık kimi zaman, mantıklı kararlar verdik.
Öfkelendiğimiz anlar oldu, bağırdık çağırdık, ama sonrasında hep pişmanlık duyduk veya dişlerimizi sıkıp soğukkanlı, olgun insanı oynadık.
Acı çektiğimiz anlar oldu, gözyaşlarına boğulduk; günler, geceler boyu oradan oraya savrulduk ve sonra avunacak bir şeyler bulduk, acının üzerini örtüp oyalanmaya koyulduk ya da kuvvetli görünmek adına o yaşları içimize akıtıp derinlerde boğulduk.
Aşka düştüğümüz anlar oldu, ayaklarımız yerden kesildi, yanıp yanıp kavrulduk, aşık olmayı sahip olmakla eş tuttuk; sahip olduk, alıştık, bıktık; şayet olamadıysak kahrolduk.
Direndik…
Mutluluğu sorguladık, mutsuzluğu kurcaladık. Şüpheciydik ve bir o kadar da güvensiz. İşte bu yüzden olana bir türlü kabul veremedik. Kıyısında durduk duygu denizlerimizin, içlerine dalıp yüzemedik. Yüzseydik, en diplere gitseydik, kucaklayabilseydik en karanlık suları ya da gözlerimizin kamaşmasına aldırmadan bakabilseydik o sularda yansıyan güneşe, öyle bir an gelecekti ki biz duygunun kendisi olacaktık; öfkeyse öfke, acıysa acı, aşksa aşk, korkuysa korku, mutluluksa mutluluk… Daha ötesi yok… Direnç de yok… Eksiltenin de, çoğaltanın da direnç olduğunu anlayacaktık, benim geçenlerde “ağrı” olmayı başardığımda anladığım gibi…
Biliyorum, ellerimi açıp aşk için Tanrı’ya her dua edişimde yakarışlarıma bir yanıt gelmediyse nedeni benim aşka olan direncimdi. Aşkın sancısız yaşanmayacağına inanmıştım bir kere. O sancıların içine dalmaktan korkmuştum hep, aşık olmuştum, ama ben, kendim aşk olamamıştım bir türlü. Direncim, duygularımın üzerini buzlarla örtmüştü.
Artık anlıyorum, çünkü ben ağrı olup ağrımı dindirebildiysem, aşk olup aşkı yaşayabilir, mutluluk olup mutluluğu hissedebilirim.
Şimdi biraz sessizlik gerekiyor. Duygu denizlerinin dibine dalıp kayaların arasına gizlenmiş istiridyeleri toplamak ve sakladıkları incileri çıkarmak için bu sessizliğe ihtiyaç var çünkü. “Olmak” uğruna girişilen bir şifa serüveninde duygularımızın barınağı olan kalbimizi bir güvercinin kanatlarına yerleştirip uçurmak ve yükselişini izlemek hiç bilmediğimiz yepyeni boyutları keşfetmemizi sağlayabilir. Tek başına yapacağımız bu yolculukta bir vakitler kirli denizlerden çekilen ağlar gibi hissettiğimiz yalnızlığımızın da, kıyıya vurmuş balık misali çırpınan duygularımızın da dönüşüme uğradığını fark edebiliriz. O zaman martılar süzülerek yanımızdan geçerken çığlıklar atarak selamlar bizi. Balıkçılar, el sallar aşağıdan.
Kimsesizliğimiz, kimliğimizi bulmanın sevinciyle dağılır. Ve biz, incilerden dizdiğimiz o paha biçilmez kolyemizi boynumuza takıp çevremize saçtığımız ışıkla herkesi büyüleriz.
08 Eylül 2011
KS - M ü z i s y e n l e r . . .
27 Ağustos 2011
AS - Remezan Bayramı Tatili Zafer Tadıyla...
Rabbin
Emriyle
MEZeler gelsin
Açılsın şişeler
Nefisler şenlensin
BAY tanrı
RA
Müzelerde demlensin
Isınıp ısınıp ilahiler söylesin
Tam tamına dokuz gün
Ardına bakmadan kaçmaya
Tam altı gün yetmiş
İkramiyesiz dünya yaratmaya
Lokubi çukubiyle kaymaklı lokum
İçinden tren geçen bayramlara
Zafer Tadıyla
Zurnada peşrev
Adalette işlev
Fıstık yeşili söylev
Eksi puan teröre
Replik çalan içeriye
Beynini eken ekene
Arz talepten kilometre
Yeşeren ümitlere
Rüşvetsiz davetiye
Araya reklâm alana
Müzik lingi lingi
Islatmak gerek sevinçleri
Çifte bayramla
Çifte kavrulmuşla...
Ayten Suvak
ASlolan ASktır
24 Ağustos 2011
KS - L o r i o t . . .
08 Ağustos 2011
KS - Bereketli Okullar . . .
Bereketli Okullar . . .
Güneşi gören
Okullarımız vardı
Kapatıldılar . . .
- Gün gelsin, açılsınlar -
Köy Enstitüleri'ne ağıt - L i n k :
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1059194&Date=08.08.2011&CategoryID=82
Köy Enstitüleri - L i n k :
http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6y_Enstit%C3%BCleri
Güneş Gören Okullar: Köy Enstitüleri - Osman ŞAHİN - L i n k :
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx?tabid=803&mid=6257&ItemID=5888
.
26 Temmuz 2011
KS - D e h ş e t . . .
D e h ş e t . . .
Söze ne hacet
Nedenler çok boyutlu
Okumak gerek . . .
* * *
Das Wort schweigt
Was für eine Gewalt
Auf unserer Welt . . .
* * *
21 Temmuz 2011
KS - K a z i y y e . . .
K a z i y y e . . .
Ormanlar kesik
Kel tepeler sırıtık
İçleri gizem . . .
- Kurtulmayı beklerler
Altın ve saireler -
Kaz dağlarında kazı kazan! - Metin SÖZÜÇETİN - L i n k :
http://www.acikgazete.com/sizden/2011/07/16/kaz-daglarinda-kazi-kazan.htm?aid=42390#yorum
20 Temmuz 2011
KS - G a z s a l . . .
G a z s a l . . .
Yudum yudum gaz
- Doğrudan garaz -
14 Temmuz 2011
KS - N i k i t a . . .
YouTUBE - L i n k :
http://www.youtube.com/watch?v=3GxoB6fa3cQ
13 Temmuz 2011
KS - Doç. Dr. Tudora ARNAUT İletisi
L i n k l e r :
http://gagauz.org.ua/index.php?page=content&id=141&lang=ru
http://gagauz.org.ua/index.php?page=news&type=news&id=1585&lang=gag
12 Temmuz 2011
KS - F u t b o l n i k . . .
Kenan SİNANOĞLU