29 Eylül 2011

Aşka Dair Bir Dialog

- Biliyor musun artık aşkı aramadığımı anladım.

- Nasıl yani, aşık olmak istemiyor musun?

- Eskisi gibi olsun istemiyorum, aşk bir yerde kendini kaybetmek, bir başkasına teslim olmak demek çünkü.

- İyi de gönüllü bir teslimiyet bu, en azından aşkı tüm coşkusuyla yaşarken hissettiklerini düşünsene şöyle bir; ayaklarını yerden kesen o heyecanı, sabah uyandığında içine dolan yaşam sevincini; giyinirken, saçlarını tararken, makyajını yaparken kendine gösterdiğin özeni, gözlerindeki ışıltıyı, yanaklarındaki pembeliği, her gün geçtiğin yollarda giderken sanki başka bir dünyadaymışsın gibi düşünmene neden olan ruh halini, en ciddi ortamlarda bile yüzünden eksik olmayan o tebessümü… Sırf bu anlar için bile değmez mi yani?

- İnanması zor ama ben tüm bu söylediklerini birine âşık olmadan yaşayabildiğimi fark ettiğim için artık aşkı aramadığımı anladım zaten. Kendi kendime yetebildiğimi görüyorum, sırf var olduğum için mutlu olabildiğimi… Bir süredir sabahları uyandığımda sözünü ettiğin sevinç kendiliğinden, nedensizce ortaya çıkıveriyor, o sevinçle giyiniyor, saçlarımı tarıyor, makyajımı yapıyorum, aynaya baktığımda gözlerimin ışıl ışıl parladığını görüyorum, her gün geçtiğim yollarda daha önce algılamadığım güzellikleri algılıyorum; ağaçların yaprakları arasında ışıldayan güneşle cilveleşiyorum, bir evin bahçe parmaklıklarından başını uzatan küçük bir çiçeği koklayabilmek için karşı kaldırıma geçiyorum, işe biraz geç kalacağımı bilsem bile yol üstündeki küçük kahvede kendime bir çay ısmarlıyorum, şehrin onca gürültüsüne rağmen martıların çığlıklarını işitebiliyor ve gözlerimi kapatıp bir süreliğine ben de onlarla birlikte uçabiliyorum, sonra yüzümde bir tebessümle açıyorum gözlerimi… Ve bunların hepsini hayatımda bir başkası olmadan, aşkın büyüsüne kapılmadan yaşayabiliyorum.

- Böyle hissetmen çok güzel ama yalnızlığı aşka tercih etmeni anlayamıyorum yine de. Birine dokunmanın, sarılmanın, el ele yürümenin, güzel bir yerde yemek yemenin, sohbet etmenin doyumundan mahrum bırakıyorsun çünkü kendini.

- Sen beni yanlış anlıyorsun, ben kendimi aşka kapattım demedim, artık aşkı aramıyorum dedim. Pek çok kişi, benim aşık olmadan hissedebildiğim güzellikleri sadece aşkın etkisiyle hissedip ancak bir başkasının varlığı sayesinde sevinç duyabiliyor hayattan, yaşadıkları o bir başkası ile anlam kazanıyor. Sonra, aşk bittiğinde tüm o güzellikler de solup gidiyor, bir süre önce görülenler görülmez oluyor, aynadaki yüz değişiyor, gözlerdeki ışıltı kaçıyor, geçilen yollara kasvet çöküyor, güneş her zamanki gibi parlasa da yüreği aydınlatamıyor, bahçelerdeki çiçekler bile boşuna açıyor. Demek ki aşk gelip geçici bir mutluluk yaratıyor, oysa âşıkken bize mutluluk veren şeyler aslında hep buradalar ve ben her daim onların farkında olup değerini bilirsem aşk geldiğinde artı mutluluklar getirir hayatıma, öyle değil mi? Hem o zaman aşkın yanılsamaları da ortadan kalkar, yalnızken kendine her anlamda yetebilen bir kişi aşkı bulduğunda duygularından daha çok emin olur. Çevreme baktığımda insanların yalnızlığa katlanamadıkları, kendilerinden sıkıldıkları için birilerine kapıldıklarını ve bunu aşk olarak nitelendirdiklerini görüyorum. O kadar bunalmış oluyorlar ki sırf bir partnerleri olsun diye kendilerine ilgi gösteren ilk kişinin üstüne atlayıveriyorlar ve illüzyon başlıyor… Aşkın gerekleri yerine getiriliyor; romantik ortamlar, mum ışığında yenen yemekler, tokuşturulan kadehler, süslü paketlerden çıkan küçük hediyeler, dudaklardan dökülen şairane sözcükler, el ele yapılan yürüyüşler, şehvetli sevişmeler… Çok hoş… Lakin beklenti her zaman hayal kırıklığı getirir, bunu deneyimlerimle öğrendim ben, yalnızlıktan bunalıp aşka sığınan insanların o aşka çok fazla şey yüklediklerini gördüm, oysa yük denilen şey eninde sonunda ağır gelir, yorar, tüketir. Kendilerini âşık oldukları kişiye beğendirmek adına olduklarından başka türlü davranan kadınları, erkekleri gözlemledim, bir vakitler benim de aynı durumlara düştüğümü fark ettim; rol yaptığımı, farklı bir kimliğe büründüğümü, davranışlarımdaki sahteliği… Niye diye sorarsan? Karşılığını almak için tabii ki, beklentiler için…

- Beklenti içinde olmanın ne kötülüğü var ki, insanın sevdiği kişiyle bir şeyleri paylaşmak istemesi yanlış mı sence?

- Kendi kendine yetebilen iki insan bir araya geldiğinde beklenti olmaz, paylaşım olur. Kendi kendine yetemeyen iki insan bir araya geldiğinde ise beklenti artar ve paylaşım zoraki bir hal alır bana göre. Olmak ve yapmak arasındaki fark gibi. Sessizken ve hiçbir eylemde bulunmazken bile sevinç duyabilen, o anın içindeki sihre erişebilen insanlar vardır, onlar içsel anlamda o denli doludurlar ki canları sıkılmaz; olmak, mevcudiyete kalite getirir. Bir de sürekli bir şeyler yapma derdine düşenler vardır, içsel anlamda o denli boşturlar ki o boşluğu ancak belli aktivitelerde bulunarak giderebileceklerini zannederler, oradan oraya koşturur, programlar yapar, bir an bile sessiz ve sakin kalmaya tahammül edemezler, beklenti içindedirler hep ve bu yapıları ilişkilerine de yansır doğal olarak.

- Biraz daha açar mısın ne demek istediğini, daha doğrusu aşkla olan ilintisini.

- Aşk bir arayışın sonucunda gerçekleşmediyse, yani gerçekse, yanındaki insanın varlığı yüzeyde kalmaz, üç-beş kalp çarpıntısından ibaret olmaz, içine nüfuz eder, ruhunun derinliklerine ulaşır, bir tutku ya da bir duygu olmanın ötesine geçer. O insanın senin varlığını zenginleştirdiğini hissedersin, sana kendin olma özgürlüğünü verdiğini. Romantik bir aptal olmazsın o zaman, pek çok bakımdan senden farklı olan biriyle birlikte olmanın sorumluluklarının bilinciyle davranırsın, saçma sapan hayallere kapılmaz, güllerin yanında dikenler olduğunu da kabul edersin. Beklentisizce ve koşulsuzca seversin karşındaki insanı.

- Koşulsuzca sevmek derken neyi kastediyorsun?

- Düşünsene, onca büyük aşk bir süre sonra bitiveriyor ve birbirlerini çok sevdiklerini iddia eden o insanlar ayrıldıkları anda nefrete boğuluyorlar. Sevgi gerçekse bence asla nefrete dönüşemez. Demek ki bu durumda onlarınki koşullu sevgi oluyor; talepler, beklentiler karşılandığında sürüyor, karşılanmadığında sona eriyor. Yani, bir tür hesap kitap işi… Hesabın yapıldığı yerde duygu olur mu sence?

-

- Eeee?

- Bu noktaya nasıl geldin merak ediyorum.

- Kendimi sevmeden başkasını sevemeyeceğimi anladığımda…

- Peki, kendini sevmeyi nasıl öğrendin?

- Yaşadığım acı dolu deneyimlerin sonunda başkalarını ya da kaderi suçlamayı ve yargılamayı bırakıp hayatımın sorumluluğunu almaya karar verdiğimde. Çünkü, başkalarına yönelttiğim her yargılamanın ve suçlamanın ardında aslında kendi güvensizliklerim, değersizlik duygularım, kaybetme korkularım vardı. Beni incittiklerini, yaraladıklarını düşündüğüm insanlara karşı hissettiğim öfkeyi bile gerçekte kendime hissettiğimi fark ettim. Fark etmek çok önemli biliyor musun, farkında olmak ve hayata o farkındalıkla bakabilmek… Dönüşüm, farkında olmak ve sorumluluk almakla gerçekleşiyor çünkü. Bunu başardıkça kendimi sevmeye, kendime değer vermeye başladım, güvensizliklerim gitti, değişimimin etkileri yaşadığım her âna yansımaya başladı; hazırladığım sofralara kendim için koyar oldum çiçekleri ve mumları, yağmurlu havalarda balkona çıktığımda ıslak toprak kokusunu içime çekerek aldığım her nefese şükrettim, geceleri başımı gökyüzüne kaldırıp yıldızlara ve aya bakarken sonsuzluğun içinde küçücük bir kum tanesine benzediğimi düşünerek kendime acımak yerine genişlemeyi ve tüm evrenle bir olduğumu imgelemeyi öğrendim, en yakın dostumla sohbet eder gibi konuştum köpeğimle, bir çocuğun saçlarını okşarmışçasına okşadım saksıdaki çiçeklerimi, bağıra bağıra söyledim sözlerini ezberlediğim şarkıları, hatta tango bile yaptım Piazzolla’nın müziği çalarken… Bir başımayken artık sıkılmadığımı gördüm, meğer kendime tahammülüm yokmuş, kaçtığım, korktuğum kendimmişim… Ve aşkı aramamın nedeni bir başkasına sığınıp onun içinde kendimi kaybetme arzummuş… İşte bu yüzden şimdi aşkı aramıyorum... Son olarak sana çok özel bir kitapta yazan şu satırları okuyayım:

‘ Sadece bütünlük sevebilir, ve ancak tüm görkemiyle varoluşun bütün olma hali sevgiyi içine alabilir.. İnsan özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi dışarıda arar, ama gerçekte bu içerideki bir serüvendir.. Oluşun aritmetiğinde iki yarım bir bütün etmez. Bu, noksanlığın karesi olur.’

- Ne diyeyim, aşkolsun sana...

Hiç yorum yok: