08 Aralık 2015

AS-Kim Aptal Kim Akıllı

Almanlar'ın akıllı, Türkler’in aptal olduğunu kanıtlamış olan lmanlar’ın aklı da tıpatıp bizimkine uyuyor ülkemizde. Birkaç yıldır Türkiye'de Boğaz manzaralı bir evde yaşayan bir lman mimar hanım, köpeğinin ihtiyacını gördürmek için dışarıya çıkarıyor ve tıpkı biz Türkler gibi dışkıyı sokaklarda bırakıyordu. lmanya'da da böyle mi davrandığını sordum kendisine; yüzünden bir gölge geçti ama çabucak toparlanıp kendini savundu: "Türkiye'de bunun için bir yasak konmamış ki, ben de herkes gibi davranıyorum!" Biz Türkler, 'ortama uyma becerisi' olarak tanımlanan zekânın sahipleri olarak 'aptal' tanımlamasından aşağılık duygusuna kapılmamalı, aksine sevinmeliyiz; akıllıları bile kendimize benzetiyoruz diye. Yıllar önce işçilerimiz aptallık derdimize kendi kendilerine teşhisi koymuşlar ve hem veciz hem de çok akıllı bir biçimde dile getirmişlerdir: ‘Alamanya Alamanya, Bizden aptal Bulaman Ya!’ Almanya'da bir zamanlar gündeme gelen zekâ tesbiti ise en az otuz yıl kadar gecikmelidir. Gündemi gecikmeden Türk usulü manileştirmek gerekirse şöyle diyebiliriz: Aptallar bir bu yana Akıllılar bir o yana Nerede yaşıyorsan Hep yaşa akıllıca Ayten Suvak

19 Mayıs 2015

İyi Akşamlar

İyi akşamlar Bana dönmeyen çağrı Geri dönmeyen aşk Bu ne biçim ağrı Dağlara tırmanır gibi... Ayten Suvak

22 Ocak 2015

AS-Umut'un Öyküsü

İçimde biraz umut, biraz korku, biraz cennet, biraz cehennem, üniversitenin kampüsünde yürüyorum. Birazdan tez danışmanımla görüşeceğim ve sonucunda ya göklerde uçacağım, ya da başımdan aşağı kaynar sular boşanacak, yerin dibine geçeceğim. Aslında pek korkmuyorum bu kez; umuda kapılıyorum, yeterince araştırma yaptım. Güney Afrika’da bir zamanlar “Fırtınalar” ya da “Sıkıntılar” Burnu (capo-tormentoso) olarak anılan yer, “Ümit Burnu”, HOPE, olarak anılmıyor mu şimdi? Gemileri batırmaya, umudu kırmaya ya da kesmeye hiç gerek yok, değil mi ki başarılı kişi korkuyu, sıkıntıyı yenebilen olarak tarif ediliyor bir bakıma: “Umut, fanatikleştirilmeyen köklü inançların insana verdiği güç ve yaşam sevincidir; duygusallığı abartmadan sevebilen; gerçeklere yüz çevirmeden hayal kurabilen; yaşamı hiçe saymadan korkusuz olabilen; kaderci olmadan yönünü bulabilen kişilerin gücüdür umut”. Erich Fromm’a göre. Benim tezimin kabul ya da reddine dair hissettiklerim Fromm tarzı umut tanımlaması için belki biraz sıradan olabilir; ama “Ruhun büyüklüğü, büyük yerlerde değil, gösterişsiz yerlerde çıkar ortaya” diyor denemeci yazar Montaigne. Öyleyse umudumu pekiştiren şeyler küçük olsalar da değerlidir. Gözümde canlandırdığım umut imgesi, hızla yuvarlanan ve yaşam olarak algıladığım bir tekerlek üzerinde cambaz gibi manevralarla ayakta kalabilme başarısı. Bazen de “Deniz Altında Yirmibin Fersah” ta boğulmak üzere olan birinin, nereden geldiği belli olmayan bir halatı sıkıca kavraması olarak tanımlarım umudu. Fakat burada tek başınalıktan çok, insan ilişkileriyle ulaşılan bir başarı simgesi vardır önümde. Ben bir öğrenci yazar olarak umudu böyle yorumluyorum ve hocalarımdan birinin vazgeçemediği üstad Montaigne de diyor ki: “Yorumlar kaynıyor her yanda karınca gibi, gerçek yazarsa bindebir çıkıyor”. Etraf karınca gibi öğrenci kaynıyor bu saatte. Çoğunlukla ışıltılı, parlak, umutlu yüzler görünüşte. Ancak, yanımdan geçen iki kız öğrencinin kulağıma çalınan konuşmalarında, başka türlü bir hava sezinliyorum: - Kuiz midir nedir, o damdan düşme habersiz sınavlardan birinde gözlerini bir dikti bana, manyaaak! Sinir oluyorum o hocanın o tanrıça havalarına yaa! You're a maniac, maniac! (Söylesenize, var mıydı böyle bir şarkı?) Hemen yorumlamaya başlıyorum bu kısacık konuşmayı. Tanrıça Shiva, elmasını çaldırdığından bu yana, bir uğursuzluktur gidiyor etrafta (Yok canım, inanmayın böyle hurafelere!) Adı HOPE muş, alt tarafı sıkıştırılmış bir kömür parçası olan o pırlantanın: Hop çikolata çikolata Akşam yedim sa-la-ta Diye oynayasım geliyor şikayetçi arkadaşlarla, beynim bir yandan “bilinç akışı”yla oraya buraya akarken…. Yenilmez yutulmaz, yalnızca göz kamaştırır bir nesne; zaman içinde pek çok kalburüstü kişinin başını yakmış. Adı HOPE=UMUT. Elden ele, gönülden gönüle dolaşan kurşun gibi bir uğursuzluk(?) Bir şiir ilişiyor gözüme, “basamaklar”da oturup etrafı seyrederken: ARKADAŞLAR*(1) Bir kulube gördüm gökte Kurşundan yapılmış bir balon gördüm Tutamıyorum gözyaşlarımı dökülüyorlar Sol elimin ve ipek boyunbağımın üstüne Ama tutamıyorum onları, tutmak istemiyorum (John Ashbery) Küçücük bir pırlanta ışıldıyor o "medeniyet yuları"nın üstünde, seçebiliyor musunuz? Prestiiij! -Tanrım, bu dersi bu kıl hocadan başka verecek kimse yok mu? Papağan gibi bütün yazıyı ezberle, sonra da onun boş bıraktığı yerlere tamı tamına aynı kelimeleri koy! You're a maniac, maniac! (Şarkı İngilizce, n'apalım!) ARKADAŞLAR(2) Birgün komşular şikayet ettiler odasından Kötü bir koku geliyor diye. Yürüyüşe çıktım Ama hiçbir arkadaşa raslamadım. Başka bir sefer Dünyaya çıktım. Sallanıyordu boyuna Daha ben görmeden önce sallanıyordu ya Sanırım yine sallanmaya devam ediyordur (John Ashbery) Tabii ki sallanacak, öküzün boynuzları üzerinde bir dünya ne kadar dengede olabilir ki? Sıfırlandı zaman, sil baştan gir bütün bilgileri "HOPE" un eşsiz kesimine oturt bu kez, bakalım nasıl sallanacak HOP, HOP! ARKADAŞLAR(3) Bankacı koydu elini elimin üstüne Yüzü beyaz bir mendil gibi tertemiz Her zamanki gibi saçma sapan konuşuyoruz Testere tezgahının bacakları üzerinde pencereden Giren aydınlığa bakıyorum ki üç kişiymişiz Ben para sorunlarımı görüşürken birisi girmiş içeri Tanrı engel olsa şuna. Dönüyorum Camın ötesinde yeni ay görünüyor gözüme, çekip götürüyorlar Hem öyle çabuk ki soluğum kesiliyor, hiç de kötü bir duyu değil… ...... (John Ashbery) Karbon kağıdıyla kaplamış odasının camlarını; güneş tutulması olur da, o da boş bulunup güneşe bakar da, gözlerinin retina tabakası ya yanarsa … Kutusuna bıraktım bitirme tezimi, zarf içinde. Umudum var bu kez, oldu tanrım, Shiva'nın efsanesi üzerine kurulu kaynaklarımı tam gösterdim. Pırlanta oldu pırlanta=Karbon=Kömür=Charbon=Şarbon=Bir daha öyle "patlamış mısır sınavları" yaparsa tanışacağı hastalık… Cilt üzerinde küçük küçük, kara kara, kömür gibi benler oluşur, yüksek ateş, solunum zorluğu... "Camın ötesinde yeni ay görünüyor gözüme. Çekip götürüyorlar: Hem öyle çabuk ki soluğum kesiliyor, hiç de kötü bir duyu değil" (Ashbery) -Bu şiir gibi yirmi tanesini analiz ettirseydi de o kuizlerini...."Tanrı engel olsa şuna" (Ashbery). Kime? Budhaları yıkan talebelere (Taliban) mi? Tanrıça Shiva'nın lanetini yabana atmamalı mı acaba? -Tanrı engel olsa şuna! -Kime? -Us var, akıl var... -USA... var, ben sana gösteririm... -ME? Bana ha, bana! You're a maniac, maniac! (Şarkı şarkı…) “Her zamanki gibi saçma sapan konuşuyoruz”. (Ashbery) Sahi Mİ? BENİM HALA UMUDUM VAR! Her yeni ay yeni bir umut taşır bana….. Şarkımı bitirmedim ki daha... ........... “Dünyanın ağırlığı aşktır Yalnızlığın yükü altında Hoşnutsuzluğun yükü altında O ağırlık Taşıdığımız o ağırlık Aşktır...” ...... (Şarkı/Allen Ginsburg) "Kurşun" gibi mi? "Bu duygu bir mücevherdir, inci gibi". (John Ashbery) Sahi mi Umut? Umut’un yüzünde mizah mı o göz kırpan; yoksa masalsı gerçeklik mi? Belki kadın tarzı argodur, olamaz mı? Adalet, eşitlik, kardeşlik, sosyal ilişkiler açısından yaşamlarımıza ve yaşantılarımıza yeni yeni bakış, anlayış açıları getirmektir belki umut, ne dersin? Ya da arkadaşlığı aşka yeğlemektir, olamaz mı? Pandora inat etmese, şu kutusunu açsa da umudu salıverse artık, tanrıların kutuya hapsettikleri onca musibet arasından; zaten tanrılar tanrısı Zeus da hırsız Prometheus’u o “bela” sandığıyla ya da kutusuyla cezalandırırken, aslında muzipçe davranıp insanlara umudu da hediye etmiyor muydu? Umut’un bir yüzü düşünce tarihinde mitolojilere bakarken, diğeri de çağımızın gerçek veya gerçeksilerine yarı gülüp yarı surat assa; kıssadan hisseler çıkarsa, fena mı olur? Bir de “bindebir çıkan gerçek yazarlar”ın arasına girebilmek hiç de fena olmazdı hani, benim açımdan…