04 Nisan 2012

AS-Genden Karagöz Enden Hacivat (5)


Yaratık GDO’lu Atık

Un değirmeninde ağaran saçlar kahve cennetinde renklenmiştir.
Etrafta GDO’lu türden çeşit çeşit yaratık yeşermiştir. Bitkiler, hayvanlar
yeniden isimlendirilmiştir. Modaya uyarak isimlerin sonuna ‘can’ takanlar, şimdi önce GDO’lara sonra canlara takılmışlardır. AliGDOcan, SelGDOcan gibi. Kedi olmuştur medi, köpek olmuştur töpet, çam olmuştur mam, muz da zumlamıştır bütün isimleri...

HACİVAT:
A KARAGÖZÜM, sende ayaklar zebra, boyun zürafa, gövde gergedan...
KARAGÖZ:
Ben GDO soyundan bir hanedan. Anamın adı Handan, babamın Aydan, benim tohumsa Marduk’tan...
KARAGÖZ ABLA:
Ben de ameliyat oldum kataraktan. Dünya almış çehresini bizim perdedeki antraktan...
AYKANKA:
Ben giyeceğim artık kaftan. Kurbağa bacakları sıçramış bana, acaba hangi cenaptan?
GENDENKA:
Suya baktım civaymış, kokladığım mavaymış. Marduk’tan gelecek kıyamet martavalmış...
ENDENKA:
Kopardım bir dal, baktım kavalmış, ucunda çoban varmış, meyva gibi sallanırmış!
KARAGÖZ ABLA:
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar her yeri sarmış. Gölgelerin gücü adına güç artık onlardaymış!
HACİVAT:
Çizgi filmlerde yaşasın insanlık. Biz eski suretlerimize dönelim bu defalık...


Perdeleri uçuşur GDO’lu dünyanın. Fırtına çıkar, katar bulutları önüne. Atar GDO’lu gölgeleri kara deliklere. Hayaller arınır böylece zehirden ama kahve temizlenemez sel olup akan nehirlerden. Bütün şehir kahve kokar, çöplükler bile. Çaydan geçmiş bu millet, sıvalı paçalar niye?

AYKANKA:
Ay çaysadım ayol, yok mu bir demli çay bardakta, ama istemem kesinlikle kupada!
KARAGÖZ:
Bizim suretler altın kupada, komşular gümüş, romanlar bakırda.

Haydi kalaycii, kalayci geldi hanım, seslenir bir roman bizimkilere
karşıdaki bayırda. Önce bir göbecik atsın da hele, kalaylanır bakırlar
kumunu sere sere...

KARAGÖZ ABLA:
Bizim teflonlara zil takıp şunları oynatalım!
ENDENKA:
Çelik kazanda su kaynatalım...
KARAGÖZ:
Kimin suyu ısındı, kim ölmüş hanım?
KARAGÖZ ABLA:
Bir garip ölmüş diyeler, kefeni olsun bizim perdeden...

Ne yazık ki BURAM BURAM HASRET HANIMdır ölen. Hasret bitti.
Bütün beklentiler gelecekten...


Sanki biz hasret bitti demedik. Açmışız harbîden bir gedik. Her yer anılarla olmuş delik deşik. Bütün suretlerin halleri psişik. Birbirlerinden anı çalarlar itişip itişip. Yağmur damlar ahşap çatıya şip şip. Şuradan bir ip getirin ip. Gerin onu, ilk atlayan ölçsün anıların boyunu...

KARAGÖZ ABLA:
Şu karşıki bahçede ne düğünler olurdu. Tamburî Cemil Bey’e ne kızlar vurulurdu. Alırdı çalgıyı eline, konurdu bahçenin ekmek ayvaları siniye. Dünyalar durulurdu. Aşk gelir baş köşeye kurulurdu. Bilemezdi o zamanlar, ahşap evini yıkacaklar, yerine çirkin bir apartman konduracaklar. Romanlar pencerelerden ‘Bir hecalim vaar!’ları halı gibi sarkıtacaklar. Çocuktuk biz o zamanlar, şimdi tambur yerine öter Bağlıbahçe’de borazanlar. Kurulur ille de roman olasıca sofralar, her tarafta göbek havasıyla kafa bulanlar...

KARAGÖZ:
Bizim tel dolabı kurarlar kurarlar, yıkılırdı. Kuyuya kova salarlar, karpuz
buz gibi soğurdu. Şişko Minnoş Mamicimore kömürlükte beşiz doğururdu; Kara Berra her mamaya yumulurdu...
GENDENKA:
Sandık odasında tarhana kurutulurdu. Hamur çatıda yoğurulurdu. Ev makarnası sedirde unutulurdu...
ENDENKA:
Kargalar bostandan kovulurdu. Dolap beygiri ayakta uyurdu. O bostancının karısı ne kurumluydu ne kurumluydu...
KARAGÖZ:
Kim şimdi pizza buyurdu! Fikis mönüyle çatlayıncaya kadar ye, ne oldu bizim canım gözlemeye? GDO’lu şeker şurubu balı sür üstüne, kıvır kıvır, gönder mideye...
HACİVAT:
Hepimiz alafranga olduk resmen. Alaturkaya yüz veren yok ne ismen ne cismen...
GENDENKA:
Biz artık batılıyız kısmen. Bütün kültürümüzle olduk yavan, yapay yem!
KARAGÖZ:
İşgal altındayız, kaçalım perdeden hemen!

Durun nereye kaçıyorsunuz; dünya ufacık, önce yiyin bol sarımsaklı bir cacık, sonra siz kaçırtırsınız istilacıları azıcık azıcık. AYKANKA birşeyler anlatmaya başlar kaçık kaçık...

AYKANKA:
O akşamüstü istesem Tuna’yla balık avlamaya gider, günbatımını ıssız
adada seyrederdim. Korkmasam ay doğuncaya kadar orada kalır, çalı çırpıyla ateş yakar, balık kızartır, daha doğrusu bu işleri Tuna’ya yaptırır, kendim çakıltaşı toplar, denizde taş sektirmece oynar, şarkı söylerdim...
KARAGÖZ:
Kime kazak örerdin, anlayamadım, ağzında yuvarlama şu lâfları, şarkını rap sandım...
KARAGÖZ ABLA:
Hele sen bir sus da dinleyelim. Naçizane fikrimizi sonra belirtelim...
AYKANKA:
Tanınmış bir şarkıcı ve oyuncunun ağabeyi olan Tuna benden daha çok şarkı bildiği için, benim karmakarışık şarkılarımı yerli yerine oturtur, sonra da beni karşısına oturtur, küçük bir konser bile verirdi ama ben hiç gitmedim ki ada gezisine onun teknesiyle...
GENDENKA:
Senin huyundur, sen hep eğlenirsin hayallerle. Kızım sen şizofren misin,
bu hayal bolluğu nereden böyle?

ENDENKA:
Ay şat ap ya, kapatın çenenizi dedirtmeyin bana! Bir aşk öyküsü kokusu alıyorum, bana uyar...
AYKANKA:
Remzi’nin kıyıdaki salaş kayıkhanesinde balık da yemedim. Deniz kestanesi olsa tadardım, dedim ona ve her zamanki yerime doğru yürüdüm. Neredeyse denizin içine inşa edilmiş evin kuma inen basamaklarına oturdum. Ev boştu, merdivenlerini işgal etsem kime
zararı olurdu! Dilediğimce yayıldım orta basamağa; çok geçmeden,
Remzi’nin oradan balık kokuları gelmeye başladı. Yavru kediler ayaklanıp, birbirleriyle didişmeye koyuldular...
HACİVAT:
Bütün suretler buracıkta oyuldular. Ay valla bana da daral geldi.
Ormandan maral geldi. Hey maral, çaldır avcına kıvrık bir kaval,
batırsın ayı, uyutsun AYKANKA’yı...
KARAGÖZ ABLA:
İsteyen gider yatar, belli ki öyküler size batar. Sizi gazete havadisleri paklar...

AYKANKA hiç aldırmaz araya girmelere. Onun hayali biraz eskilerle delirmede. Sürdürür anlatıyı deline deşile...

AYKANKA:
Yandaki evin sahibi Almanya’dan işçi emeklisi Hüsnü, Lokuum, Tatlıım diye seslendi kedi yavrularına. Lokumu kucaklayıp, yanıma geldi. Merak ettim, durmadan ne yazıyorsunuz AY SU Hanım, tümcesiyle hergünkü sorusunu yineledi. Gülümseyerek yazı, dedim, işime döndüm. Sayfanın üzerine bir gölge düştü. Hüsnü’nün merakı gemi azıya almış, dört nala
üstüme üstüme geliyordu. Ay ne sırnaşık şey! Almanlar’a da böyle mi davranıyordu bu, sorayım şuna, diyemeden Tuna’nın ayaklarını farkettim. Başparmakları tokmak gibi iri bir çift ayak, yarı yarıya kuma gömülmüş. Sonra o tokmaklardan biri kalkıp, benim ayağıma dokundu...
KARAGÖZ:
Bu AYKANKA bugün benim sinirime dokundu. Aman susturun şunu, baydı vallahi! Nerede kaldı o konuşmalar kafiyeli kafiyeli!

Sürecek

Ayten Suvak

Hiç yorum yok: